Son yıllarda artan kadına şiddet vakaları, toplumsal bir yaraya dönüşmüş durumda. Bu trajik hikaye, bir kadının eşi tarafından katledilmesi sonucu gelen acı kehaneti ile tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Hayatını kaybeden 35 yaşındaki E. K.’nın, en yakınları tarafından bile ciddiye alınmayan bazı uyarıları zamanla büyük bir trajediye yol açtı. E. K., daha önce birçok kez "Sonum iyi olmayacak" diyerek çevresindekileri uyarmıştı. Ancak, bu uyarılar kimse için gerçek bir tehdit olarak algılanmadı ve sonuç olarak acı bir son yaşandı. Bu korkunç olay, kadına şiddet konusunda her zamankinden daha fazla farkındalık yaratma ihtiyacını gözler önüne seriyor.
Kadına yönelik şiddet, maalesef dünya genelinde yaygın bir sorun. Her yıl milyonlarca kadın, eşleri veya partnerleri tarafından şiddete maruz kalmakta ve bu durum, birçok kadının canına mal olmaktadır. E. K.’nın hikayesi de bu gerçeğin bir örneğidir. Genç anne, eşi tarafından sadece kendi hayatını değil, aynı zamanda 6 yaşındaki kızının hayatını da kaybetmesine neden olarak büyük bir acıya imza attı. E. K, hayatı boyunca maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik zorbalıkları çevresindekilere aktarıp sıkça uyarılar yapmış, ancak bu uyarılar genellikle göz ardı edilmiştir.
Bu tür olaylar, kadına yönelik şiddet vakalarının toplumda nasıl bir normalleşme sürecine girdiğini de gözler önüne sermektedir. Birçok kadın, yaşadıkları şiddet durumlarına karşı ya pasif bir şekilde sessiz kalmakta ya da ciddiye alınmadığı için yardım talep etmekten imtina etmektedir. E. K.’nın son sözleri, bu konuda bir alarm zili çalıp çalmadığı konusunda derin bir tartışma başlatıyor.
Aile yapılarının ve toplumun, kadına yönelik şiddeti önlemedeki rolü oldukça büyük. E. K.’nın eşi tarafından katledilmesi, aile içindeki dinamiklerin çözülmesi gerekliliğine işaret ediyor. Çocukların sağlıklı bir ortamda yetişmesi, sadece annenin değil, toplumun bütün kesimlerinin sorumluluğudur. Eğitim sistemleri, aile yapıları, yerel yönetimler ve toplumsal hareketler, kadına yönelik bu tür korkunç olayların önüne geçmek için iş birliği yapmalıdır. E. K.’nın hikayesi, bu iş birliğinin ne denli gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, E. K.’nın yaşadığı trajedi, kadına yönelik şiddete karşı mücadelede daha fazla ses yükseltme ihtiyacının altını çizmektedir. Kadınlar, yalnızca fiziksel şiddet değil, aynı zamanda duygusal ve zihinsel şiddetin de kurbanı olabilmektedir. E. K.’nın yaşadığı deneyimler, sadece kendisi için değil, toplumun tüm kadınları için bir ders niteliğindedir.
Sonuç olarak, E. K. ve kızı gibi masumların hayatına mal olarak sonuçlanan olayların bir daha yaşanmaması için, toplumsal farkındalığını artırmak ve sıkça konuşmak zorundayız. Kadına yönelik şiddetle mücadelenin bir parçası olarak, bu hikaye, bir çağrı niteliği taşımakta ve değişim için atılacak adımların önemini gözler önüne sermektedir. Kadınların yaşamları, hayalleri ve hakları ciddiye alınmalı; herkesin güvenle yaşadığı bir toplum için seferberlik yapılmalıdır. E. K.’nın son sözleri, bu seferberliğin başlangıcı olabilir.